24 TEMMUZ
1923
LOZAN ANLAŞMASI
TÜRKİYE
CUMHURİYETİN'DE
YAHUDİLER HAKLARINI
NASIL
KAYBETTİLER ?
Yeni Türkiye Cumhuriyeti, milliyetçilik
ve milli egemenlik üzerine kurulmakta idi. Bu devlet yapısıyla saltanatı ya da halifeliği
bağdaştırmak mümkün değildi. 1 Kasım 1922 de saltanat ve halifelik birbirilerinden
ayrıldı. Halifeliğin yetkileri yalınız dini konularla sınırlandırıldı.
Vahdettin’den sonra Abdülmecit Efendi TBMM tarafından halife ilan edildi. Halifelik makamı yalnız dini konularla meşgul olacaktı.
Ne var ki Abdülmecit Efendi kendisini
devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum yeni kurulmakta olan Türkiye
Cumhuriyeti’nde huzursuzluk yaratıyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması
gerekiyordu. Ayrıca yapılması düşünülen devrimler için de bu bir engel teşkil
etmekteydi. Atatürk, halifeliğin yabancı güçler tarafından, Türkiye aleyhine
kullanılabileceğinden endişe etmekteydi. 1 Mart 1924 günü mecliste yaptığı bir
konuşmada bu fikrini açıkladı. 3 Mart 1924 de etkileri hala devam eden tarihi bir
kararla TBMM, halifeliği kaldırdı.
Avrupa basınında Rum ve Ermeni
patrikhaneleri ile Yahudi hahambaşılığının da kaldırılacağı yönünde yazılar
çıkmaya başladı. Bir Halk Fırkası milletvekili, zamanın Hahambaşısı Haim
Becerano’ya hilafetin kaldırılmasından sonra Rum Ortodoks ve Ermeni
Patrikhaneleri ile Hahambaşılığın da kaldırılması gerektiğini söyledi. Hatta azınlık okulları da kapatılmalıydı.
Bulgar “La Bulgarie” gazetesi bu koşullardan dolayı Yahudi Cemaatinin,
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden çok şikâyetçi olduğunu yazdı. Cemaat haberi
kesin bir dille yalanlayıp hükümete karşı duydukları “derin ve değişmez
sadakat” duygularını bir kez daha dile getirdiler.
Fakat Atatürk’ün 4 Mayıs 1924 tarihinde “New
York Herald” gazetesine verdiği bir
demeç Türk Yahudi Cemaati’ni çok endişelendirdi:
“Hilafetle birlikte Türkiye’de mevcut
olan Ortodoks ve Ermeni Kiliseleri Patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanelerinin (hahambaşılığı)
ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patriklikler asırlardan beri
ruhani daire-i salahiyetleri haricinde muazzam imtiyaz topladılar. Halkın
mütalaasına müsteniden bahsedilen hukuk haricinde imtiyaz ile Cumhuriyet
idaresinin tatbiki kabil değildir.”
“Bizimle 400 sene birlikte yaşamış olan
Rumlar, günün birinde kendilerini gayrimüstahlâs addederek Türklerin boyunduruğundan
kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinlerini
tayin ettiler. Taht-ı hâkimiyetinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar. “
“Diğer milletlerde de aynı hal vaki oldu.
Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikatın ocağı idi. Gayrımüslim anasır,
hatta imparatorluk hududu dahilindeki Müslüman Araplar, aynı maksatla mekteplerinde
Türk lisanının talimini ihmal ettiler. Böyle bir vaziyette İngiltere, Fransa,
Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceğini
sorarız.”
Üç gün sonra The New York Times gazetesi
Hahambaşılık ve Patrikhaneler tamamen kapatılmayacağını fakat görev alanlarının
sadece dini konularla kısıtlanacağını yazdı.
Cemaatin devam eden tedirginliği üzerine
İstanbul Valisi Süleyman Sami Bey Hahambaşı Haim Becerano’yu ziyaret etti. “Yahudiler’in
sadık ve değerli yurttaşlar olduklarını ve hükümette Hahambaşılığın tamamen kaldırılması
konusunda hiçbir niyetin olmadığını” bildirdi.
Haim Becerano davet üzerine dışişleri
bakanı Nusret beyi ziyaret etti. Nusret Bey “Hahambaşılığın kaldırılması
gibi bir niyetin hiçbir zaman olmadığını” belirterek hahambaşıdan basında
çıkan bu haberleri tekzip etmesini istedi. O da haberleri şiddetle tekzip etti.
LOZAN
24 Temmuz 1923 de Lozan anlaşması
imzalandı. Anlaşmanın 37nci maddesinden 45nci maddesine kadar olan maddeler
Türkiye’de yaşayan gayrimüslim Türk vatandaşlarının haklarını koruma altına
aldı.
Batılı devletler ile Milletler Cemiyeti
bu hakları garanti altına almış bulunuyordu. Türkiye bu hakların ihlali halinde
batılı devletlerle Milletler Cemiyetine müdahale hakkı tanımış bulunuyordu.
Türkiye hiçbir zaman bunu içine sindiremedi.
Atatürk bunu bir İngiliz Gazetesine
verdiği mülakatta açık açık söylemiştir:
“Azınlıklara karşı kendimizi misak-ı
milli ile tespit edilmiş ve Ankara’da Fransa ile imzalanmış anlaşmanın teyit
ettiği ilke ile bağlı sayıyoruz. Biz savaştan bu yana büyük devletler arasında
çeşitli anlaşmalarla azınlıklara verilen tüm hakları vermeye hazırız. Hatta ısrarla
istekliyiz. Ancak berrak bir şekilde anlaşılmalıdır ki, yabancı kontrolü
istemekte olduğumuz mutlak bağımsızlıkla bağdaşamaz ve imkânsızdır.”
Anlaşmadan sonra en çok problem 42nci
maddede çıktı. Bu madde aile hukuku ile ilgiliydi. Lozan’a göre ihtilaflar
cemaatin örf ve adetlerine göre çözülecekti. Yani ihtilaflarda Talmud hükümleri
geçerli olacaktı. Bir yandan Talmud kanunları bir taraftan hukuk. Pratikte
uygulanması imkânsızdı. Encümenler, komisyonlar kuruldu. Bir sürü görüşmeler
toplantılar yapıldı.
Profesör Mişon Ventura ile Kalef Gabay, Yahudilerin
Lozan anlaşmasının 42nci maddesinden ile kendilerine tanınan haklardan vaz geçmeleri
konusunda Hahambaşı Haim Becerano’yu ikna etmeye uğraşıyorlardı. Çünkü pratikte
bu maddenin hukuken işlemesi mümkün değildi. Mahkemelerde hâkimler Talmud’a
göre nasıl karar verecekti?
Esasında Lozan heyetinden Hasan Saka TBMM’nin
gizli oturumunda yaptığı konuşmada “gayrımüslim vatandaşların artık kendi
şeriatları ve hukukları yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kanununa tabi
olmalarının şart olduğunu” belirtmişti.
15 Eylül 1925 günü Hahambaşılıkta yapılan
toplantı neticesinde aile hukuku ve şahsi hükümler bakımından artık ayrı bir
muameleye tabi olmak ihtiyacını duymayan Yahudi Cemaatinin Lozan Anlaşmasının 42nci
maddesinin birinci ve ikinci paragraflarından resmen feragat ettiğini Adiye Vekâletine
bildirdiler. (Yahudi cemaati, Lozan
anlaşmasının sadece 42nci maddesinin birinci ve ikinci paragrafından resmen
feragat etmiştir.)
Hahambaşı “Lozan anlaşmasının
azınlıklarla ilgili olarak ruhani konular haricindeki maddelerin tamamının
lüzumsuz olduğuna inandığını” bildirdi.
Peşinden Ermeni ve Rum cemaatleri de Ekim
1925 de Lozan anlaşmasının kendilerine tanımış olduğu haklardan vaz geçtiler.
Aradan geçen bunca seneden sonra söylenebilecek
ne var ki? Cumhuriyet Hükümetleri zaman zaman özellikle vakıflar konusunda haksızlıklarda
bulundular. Fener Rum Patrikhanesi kendisine tanınan hakları çoğu kez suiistimal
etti ve hala zaman zaman “ekümenlik ” iddialarında bulunmakta. Bu
saatten sonra ne değişebilir ki? Hiç. Sadece tarihi hatırlamak ve paylaşmak
istedim.
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve
dostlarım.
Bu haftalık da bu kadar.
Sevgiyle kalın, hoşça kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)
Kaynakça : Bir Türkleştirme Serüveni –
Rıfat Bali (Saygılarım ve teşekkürlerimle)
Vikipedia